Son Dakika
Selen Erdurak, Karel Kurumsal İletişim Direktörü Oldu
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Elektriğin Bugünü ve Geleceği Electricity Eurasia Fuarı’nda Ele Alınacak
Red Hat Summit Connect İstanbul’da Gerçekleşti
6. Hizmet İhracatının Şampiyonları Ödüllerini Aldı
Dünya nüfusu yaşadığımız yıllar içinde hiç olmadığı kadar fazla bir seviyeye geldi. Anormal bir hızla da artmaya devam ediyor. Son 60 yıldan beri de küresel anlamda bir savaş çıkmadı. Lakin bölgesel çaptaki savaşlar göze çarpıyor. Halen Irak’taki sistem dengesiz, her gün onlarca insan hayatını kaybediyor. İran’la ilgili de çok ciddi sorunlar var. Küresel ısınma tehlikesi kapımızın önünde, içeri girmeye hazırlanıyor. Afrika sıcakları, Sibirya soğukları gibi terimleri daha sık duyacağız. Hayatımızı kolaylaştıran, hızlı ulaşım sağlayan araçları her gün sayısız can alıyor. Bayram tatilleri katliama dönüyor. Kanserojen maddelerin kullanıldığı birçok ürün sofralarımızda bir tercih alışkanlığı haline gelmiş durumda. Genetik yapısı değişmiş virüsler etrafta kol geziyor. Gerçekten doğanın bir oyunu mu yoksa bir laboratuar çalışması mı kimse bilmiyor. Kuş Gribi gibi tehlikelerin yanı sıra AIDS de son sürat yayılmaya devam ediyor. Peki kimyasal ürün imal eden fabrikaların suları sizce nereye boşaltılıyor? Örneğin 11 milyon nüfusu olan İstanbul’un kanalizasyon şebekesi hakkında bilginiz var mı?
Çok mu karamsar bir yazı oluyor? Bence hayır, sadece gerçeklerden bahseden bir yazı okuyorsunuz. Sosyal Bilimler’de oldukça sık adı geçen bir “haşlanmış kurbağa meselesi” 1 vardır. Bir kurbağayı alıp, içi kaynar su dolu bir tencereye atarsanız kurbağanın ilk yapacağı iş sıçrayıp kaçmaya çalışmak olacaktır. Ayni kurbağayı içi normal sıcaklıkta suyla dolu olan bir tencereye koyup daha sonra tencereyi de kısık ateşte pişirmeye başlarsanız, kurbağa halinden gayet memnun bir şekilde haşlanacaktır. Buradaki önemli nokta, değişimin hızıdır. Tıpkı bu örnekte kurbağada olduğu gibi bizim de beynimiz ani değişimlere tepki vermekle programlanmıştır. Lakin yavaş ve tedrici gelişmelerde aynı tepkiyi veremeyiz. Örneğin yan binamızda patlayan bir bomba şehri terk etmemize bile yol açabilir. Ani bir değişiklik olduğu için aşırı tepki gösterebiliriz. Ama kimse ozon tabakası eriyor veya küresel ısınma artıyor diye davranışlarını değiştirmez. Çünkü algılanan değişim hızı çok yavaştır, bu bizim tepki vermemizi engeller.
Bu yazıyı okuduktan sonra görüşlerim konusunda büyük ihtimalle bana hak vereceksiniz. Hatta yazıyı oldukça bilgilendirici ve uyarıcı bulabilirsiniz. Ama ben size birkaç gün sonra ne olacağını söyleyeyim; bu yazıyı ve yazının içeriğini unutacaksınız! Rutin hayatınıza ve günlük koşuşturmalarınıza geri döneceksiniz. Yani pratik olarak bu yazının etkisi sizde bir hiç olacak.
Zaten ne yapabiliriz ki? Bu yüzden bir şeyleri değiştirmeye çalışmak yerine kendimizi duruma adapte etmeye çalışıyoruz. Farkında olmamamız için zaten teknoloji kullanılıyor. Hepimiz cep telefonlarımıza bağlanmış, bilgisayarımızın içine düşmüşüz. En güncel uyku ilacımız teknoloji. Araya siyaset, spor, magazin gibi konu başlıklarını da koyuyorlar. Peki bunlar kimler? Aslında biziz. Eğer tüm bunlar bir sonuç ise ve biz bir illiyet (nedensellik) bağı arıyorsak sebep insandır.
Aslında birçok şey yapabiliriz, birçok şeyi değiştirebiliriz. Bunu yaparken en yakın çevremizden başlamamız gerekiyor. İlk olarak sevdiklerimize daha çok zaman ayıracağız. Cep telefonundan mesaj atmak yerine onlarla görüşeceğiz, ziyaretlerde bulunacağız. Daha iyi sosyal ilişkiler demek her anlamda daha sağlıklı bir toplum demektir. Kafamızı cep telefonunun ekranından veya monitörden çevirip yakındaki insanlarla yüz yüze konuşmaya başlayacağız. Daha sağlıklı ve huzurlu bir toplum için daha yüksek sosyal etkileşim ihtiyacı var.
Birçok tehlike etrafımızı çevirmiş durumda. Eğer sadece kendi yaşadığımız dönemi düşüneceksek bir çoğu sorun teşkil etmeyecektir. Ama işin içine çocuklarımız ve onların çocukları, yani yeni nesiller girerse, ki girecektir; onlara hediye olarak bırakacağımız dünyayı, doğal haline yakın olarak teslim etmemiz gerekiyor. Maalesef yaşadığımız mekanları tahrip etme konusunda evrende bizden üstün bir ırk yok. Bu kötü özelliğimizin hemen farkına varmalı ve dünyayı bir iyileşme sürecine dahil etmeliyiz. Aksi halde doğanın gazabı ağır olacaktır.
Faydalanılan kaynaklar:
1- Beşinci Disiplin – Peter Senge
Etiketler: AIDS » Erkut Altındağ » Küresel ısınma » Kuş GribiİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları