Son Dakika
OPPO, Find X8 ve Find X8 Pro’yu Tanıttı
Mercedes-Benz Güvenlik Sistemleri Geleceğin Güvenliğini Bugünden Sunuyor
Make-A-Wish Türkiye, 25 Yaşında
Selen Erdurak, Karel Kurumsal İletişim Direktörü Oldu
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Ulusal olarak kullandığımız para biriminin Avrupa’da dörtte biri kadar değerinin olması, sadece ülkemizin değil, dominant ekonomilere sahip ülkelerin dışında kalan tüm dünya ülkeleri için geçerli olan bir durum. Benzer şekilde birçok ülkenin para birimi diğer ülkelerde on kata kadar değersizleşebiliyor. Bu durumu tersten baktığımızda ise bazı ülkelerin para birimlerinin başka ülkelerde çok yüksek bir alım gücü sağlayabildiğini görüyoruz. Özellikle gayrimenkuller konusunda Türkiye ve benzeri ülkeler tam anlamıyla bir cazibe merkezi. Çapraz kurlar arasındaki bu dengesizlikler az sayıda ulusu çok avantajlı kılıyor. O ulusların vatandaşları daha rahat harcama yapıyor, lüks tüketime yönelmeye başlıyorlar. En basit iktisadi kuralı hatırlarsak, dünyadaki kaynaklar artıp azalmadığına göre bir ulusun zenginliği diğer ulusun yoksulluğuna dönüşüyor. Aynı durum bireysel zenginlik için de geçerli. Her geçen gün giderek zenginleşiyorsak, muhtemelen birileri fakirleşiyor demektir. Ülke ölçeğinde düşündüğümüzde ise zenginleşmenin mutlaka ekonomik gelişmeye yansıması şart.
Elbette ekonomik büyüme ile ekonomik gelişme kavramlarını birbirine karıştırmamak da gerekiyor. Basit bir örnek vermek gerekirse, ekonomik büyüme kavramı dendiğinde aklımıza milli gelir ve gayri safi yurtiçi hasıla gibi ölçüm yöntemleri geliyor. Ancak ekonomik gelişme ise okur yazarlık oranı, ortalama yaşam süresi, yoksulluk oranı, çevresel kalite, özgürlük ve sosyal adalet gibi kavramlar ile birlikte ölçülmek zorunda. Sadece ekonomik büyümeye dayalı bir model kısa bir süre çökebilir; sadece ekonomik gelişmeye hizmet eden bir altyapı oluşturuyorsa anlamlı hale gelmektedir. Aynı şekilde yatırım ve tasarrufa dönüşmeyen büyüme de bir ülke için kazançtan ziyade büyük bir risk içermektedir. Nüfusu artan tüm ülkeler ekonomik büyüme açısından bir sorun yaşamazlar. Ancak ekonomik gelişme unsurları devreye girdiği zaman işler tamamen değişebilir.
Biz ne zaman dominant bir ekonomi haline geleceğiz? Hangi kalıcı reformlar ekonomiyi optimal noktaya getirecek? Bu soruların birden çok çözüm yolu olduğunu söylemekle başlayalım. En iyi tek yöntem veya en iyi yol yok. Birden çok çıkış yolu ve çözüm tekniğini bir arada kullanmamız gerekiyor. En temeli, nitelikli işgücü piyasasının etkin bir şekilde kullanımı olarak karşımıza çıkıyor. Beyaz ve mavi yakalı çalışanların birbirini tamamladıkları görüşü ile yaklaşırsak, her iki grubu da doğru pozisyonlarda kullanmak ve şirketin/kurumun en yüksek çıktı alabilecek veya en yüksek verimliliği alabilecek şekilde tasarımını yapmak gerekiyor. Ekonominin temelinde işletmeler var; ne kadar iyi yönetilirlerse ülkeyi de o düzeyde kalkındırabilirler. Türkiye’de şirketlerin büyük çoğunluğu aile şirketi yapısına sahip ve karakteristikleri bu doğrultuda gelişiyor. Kurumsal yapıya ulaşamadıklarında bir çoğu kapanma tehlikesi ile karşı karşıya geliyor. Güçlü bir ekonominin temelinde iyi işleyen bir piyasa, bu piyasayı oluşturan güçlü şirketler yer alır. Bu çerçevede ilk yapılması gereken özel girişimi destekleyen mali sübvansiyonların yanı sıra şirketlerin kurumsallaşması ve doğru yapılanması için gerekli eğitimlerin de düzenlenmesi gerekiyor. Profesyonel danışmanlık şirketleri bu yüzden var, yine de devletin de bu mekanizma içerisinde kendisine bir yer bulması bir zorunluluk. Yeni teknolojiler işin bir başka boyutu. Yeni teknikler ile desteklenmeyen üretim altyapısı hiç bir koşulda piyasadaki rekabete karşılık veremez. Rekabet avantajı sağlayamayan bir firma da asla ne yerel pazarda, ne de küresel pazarda güçlü bir oyuncu olamaz. Teknoloji ile şekillendirilmeyen hiç bir ürün veya hizmet müşteriler için kalıcı bir tercihe dönüşemez. Özetle, kurumsal bir yapı içerisinde doğru ve nitelikli kişilerin, rasyonel bir yönetim modeli ile koordine edilmesi ile başarı gelir. Teknoloji de bu yoldaki en önemli hızlandırıcıdır.
Bir aylık asgari ücretle Amerika’ya gidiş-dönüş uçak bileti alabileceğimiz, bir yıllık asgari ücret ile de son model bir araba alabileceğimiz zamanların gelmesini çok arzuluyoruz. Hatta ülkemizde yoksulluğun bitmesini, aç ve işsiz insan kalmaması en büyük dileğimiz. Bizi asıl düşündüren; dünya nüfusu giderek artıyor ve doğal kaynakların insan taleplerini karşılaması konusunda çok ciddi sorunların olacağı bir döneme doğru yaklaşıyoruz. Dünyadaki tüm ormanlar ve doğal mucizeler her geçen sene sonuçları düşünülmeden tahrip ediliyor. Bazı ülkelerdeki aşırı nüfus artışı yoksulluk ve açlığı tetikliyor. Güç savaşları nedeniyle elleri tetikte bekleyen bir çok ulus var. Çok yakında zamanda gerçekleşen Kuzey Kore ile Amerika arasındaki gerilim bunun bir kanıtı. Bir savaş bahanesi için bekleyen Rusya, Çin gibi büyük ölçekli ve güçlü ülkeler de sırada. Belirli ülkeler dışında dünyanın genelinde yoksulluk en önemli küresel sorun. Borç batağında olmayan ülke neredeyse yok gibi. Bu koşullar altında yakın geleceği bile tahmin etmek çok güç. Yeni teknolojilere yatırım yapmalı, askeri sanayimiz başta olmak üzere tüm yeni nesil endüstrilere yatırım desteği vermeli ve üretime dayalı bir büyüme modeli benimsemeliyiz. Çok yakında dünyada büyük bir karmaşa kopabilir, bize kimse “hazır mısınız?” diye sormayacak…
Etiketler: dominant ekonomi » Erkut AltındağİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları