Son Dakika
Selen Erdurak, Karel Kurumsal İletişim Direktörü Oldu
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Elektriğin Bugünü ve Geleceği Electricity Eurasia Fuarı’nda Ele Alınacak
Red Hat Summit Connect İstanbul’da Gerçekleşti
6. Hizmet İhracatının Şampiyonları Ödüllerini Aldı
Ekonomik göstergeler, bir ülkenin finansal gücünü değerlendirebilmek için belirlenen çeşitli kıstaslardır. Bunların başında enflasyon, büyüme oranı, dış ticaret dengesi, borç stoğu, cari açık dengesi ve istihdam oranları gelir. Ekonomistler bu rasyolara bakarak ülkeler hakkında öngörülerde bulunabilir, durum analizi gerçekleştirebilirler. Hatta bilindiği üzere bu işi kurumsal olarak yapan ve sadece şirketleri değil, devletleri de analiz eden birçok değerlendirme şirketi de mevcuttur. Bu rasyoları ülke açısından iyileştirmek ve optimal noktaya getirmek ise devlet politikaları ve sıkı mali programlar sayesinde olabilir. Bununla birlikte iyi bir planlamaya, uzun vadeli programlara da ihtiyaç bulunmaktadır. Sahip olduğu coğrafik konum nedeniyle eşsiz bir bölgede yer alan ülkemiz, efektif olarak kullanılması durumunda tamamen kendine yetebilecek ülkeler kategorisinde yer almaktadır. Bu sınıflandırmanın ilki, üretilen gıda ürünleri içerisinde kişi başına düşen yeterli kalori miktarı ile ölçümlenmektedir. Eğer ülke içerisinde üretilen gıda ürünleri ve bu ürünlerin mübadelesi sayesinde aç olan kimse kalmıyorsa bu çok önemli bir güç göstergesidir. Elbette sadece tarımsal ürünler kullanarak dünyada diğer ülkelerle rekabete girebilmek mümkün değil. İşte bu aşamada ise endüstrileşme ve teknoloji trendlerini kullanım oranları devreye giriyor.
Japonya muhteşem bir örnek olarak karşımızda duruyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir yıkım yaşayan Japonya, bazı işleri “çok doğru” bir şekilde yaparak tekrar ayağa kalktı ve yükselişe geçti. Peki nasıl başarılı oldular? Savaş zayiatları ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından atılan atom bombalarının ölümcül etkileri nedeniyle 2 milyonu asker olmak üzere yaklaşık 3 milyon insan yaşamını yitirdi. Savaş sonrasında radyasyon nedeniyle milyonlarca insan hastalandı, günümüzde bile olumsuz etkileri devam ediyor. Yine de ülke olarak pes etmediler ve ivedi bir şekilde toparlanmak için gereken her şeyi yapmaya başladılar. Öncelikle kendi kültürleri nedeniyle işe avantajlı başladılar. Bizim de kültürümüze yakın olarak, aile ve vatan kavramını çok özel bir yerde tutan halkı sayesinde gerekli fedakarlıkları yapabilecek bir ortam mevcuttu. Devlet ve özel şirketler arasında çok güçlü bir bağ kuruldu. Birçok yeni yönetim tekniği kullandılar, hantal ve büyük ölçekli firmalar daha ufak şirketlere ayrılarak esneklik ve mobilite kazandı. Bazı ufak firmalar ise daha büyük finansal yapılar altında birleşerek güçlendiler; rakiplerine karşı hamle yapabilecek konuma geldiler. Sendikalaşma faaliyetleri giderek arttı, yarı zamanlı çalışma yöntemleri ile işsizliğin önüne geçilmeye çalışıldı.
1960’lı yıllara kadar kayda değer bir büyüme gerçekleştiremediler ama takip eden yıllarda Asya ülkelerinin gerçekleştirdiği büyüme oranlarını genelde ikiye katladılar. Tüketici elektroniği ve otomobil endüstrisi Japonya’yı gerçek anlamda kalkındıran alanlar oldu. Gelişen teknoloji sayesinde de günümüzde “bilgi tabanlı üretim” sağlayabilen sayılı ülkelerin başında geliyorlar. Başlarda Avrupa ve Amerikan ürünlerini kopyalama olarak başlayan üretim süreci, zamanla bağımsız Ar-Ge faaliyetlerinin gerçekleşmesine ve yeni nesil teknolojilerin üretime adaptasyonunu sağladı. Tarımsal ürünler anlamında pirinç dışında ciddi bir doğal kaynağı olmayan Japonya, değiş tokuş ekonomisi ile bu dengeyi çok başarılı bir şekilde kurdu. Topraklarının sadece yüzde 11’i ekilebilir ve ürün elde edilebilir tarım alanına sahip Japonya’nın gıda olarak kendine yetebilme oranı ise günümüzde yaklaşık %50 civarında seyrediyor.
Özetle, Japonya’ya kıyasla çok daha verimli topraklara sahibiz. Doğal kaynaklar açısından müthiş bir rekabet avantajımız var. Tüm bu özellikleri ancak iyi bir planımız olursa ve o planı uygulayabilirsek değerlendirebiliriz. Ülkemizin nitelikli insan gücü, kültür ve hammadde açısından hiç bir eksiği yok. Bunları en etkin şekilde kullanabilecek yeni nesil bir anlayışa ihtiyacımız var. Zorlu bir dönemden geçtiğimiz konusunda hiç bir şüphe yok, zaten asıl mesele böyle zamanlarda ne yapılması gerektiğidir.
Elbette vazgeçip gidecek halimiz yok, elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Üreteceğiz, katma değer oluşturacağız, hiç durmadan çalışacağız. Küresel bir kaos yaklaşıyor. Ticaret savaşlarına sebep olacak dünya ekonomisindeki yapısal sorunlar, gelişen silah endüstrisinin ve buna bağlı üretimin belirli bir birikim seviyesini geçmesiyle birlikte sıcak savaşa dönüşebilir. Üretilen silah ve savaş makinelerinin caydırıcı etkisi muhakkak var; ancak asla kullanılmayacak milyar dolarlık cihazların üretilmesi ekonominin temel mantığına aykırı. Bu ölçüde gelişmiş bir savaş endüstrisi varken dünyadaki terör saldırılarının, iç çatışmaların ve devletler arası savaşların olması da kaçınılmaz. En tehlikesi ne, biliyor musunuz? Giderek güçlenen insanoğlu, bu gücü sebebiyle yeryüzünü daha hızlı yok edebilme yeteneğine kavuşuyor.
Herkesin ulusal çıkarlarını bir kenara bırakıp küresel ölçekte endişe duyması gereken bir noktadayız. Özellikle ekoloji alanında “geri dönüşü olmayan nokta” (point of no return) olarak ifade edilen bir teknik terim kullanılır. Akış içerisinde öyle noktalar vardır ki, geçildiği an itibariyle kazanılan ivme nedeniyle artık geriye dönüş mümkün değildir ve uygulanan aksiyon geri alınamaz. Dünya için “geri dönüşü olmayan nokta”ya çok yaklaştık, muhtemelen tam eşiğindeyiz. Ciddi önlemler alınmazsa, mevcut teknolojimiz ile yaptığımız keşiflere göre bize evrende ev sahipliği yapan tek yaşanabilir gezegen olan Dünya’nın hep birlikte sonunu getireceğiz. Hem de sadece bir kaç düğmeye basarak…
Etiketler: Erkut AltındağİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları