Son Dakika
Selen Erdurak, Karel Kurumsal İletişim Direktörü Oldu
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Elektriğin Bugünü ve Geleceği Electricity Eurasia Fuarı’nda Ele Alınacak
Red Hat Summit Connect İstanbul’da Gerçekleşti
6. Hizmet İhracatının Şampiyonları Ödüllerini Aldı
Ağırlıklı olarak bizden daha güçlü ülke ekonomilerinin oluşturduğu bir yapı olan Avrupa Birliği’ne bu kadar yakın bir coğrafyada olmanın çeşitli avantajları ve dezavantajları bulunuyor. Aynı zamanda askeri olarak sıcak gelişmelerin yaşandığı Ortadoğu’ya komşu olmamız beraberinde güvenlik sorunlarını da getiriyor. Avrupa Birliği için çok zayıf bir Türkiye, Ortadoğu’dan Avrupa’ya doğru yayılacak savaş ve göç dalgasına yol açabilir. Ancak çok güçlü Türkiye ise dünyadaki dengeleri tamamen değiştirip özellikle emperyalist alışkanlıklara sahip ülkeleri zor duruma sokabilir. Tüm bu değişken ve ihtimaller yumağı içerisinde ülke olarak her zaman ayakta olmamız gerekiyor. Bunu sağlamak “artı değer” üretmekten ve ürettiğimizi dünyaya ihraç edebilmekten geçiyor. Ekonomi yazarlarının mutlaka kullandığı efsane sözlerden birisi olan “Dolar gördüğü yeri unutmaz” sözü ülkemiz için oldukça gerçekçi bir tespit. Enflasyonla büyümeyi alışkanlık haline getiren bir ekonomik sistemde bu tip efsanelerin üstesinden gelinebilmesi için daha fazla çaba sarf edilmesi gerekiyor.
Teknoloji tabanlı üretim temel koşul. Tarım ve hayvancılıkta doğru politikalarla birlikte teknoloji üreten firmaların oluşturacağı katma değer ülkemizi doğrudan kalkındıracaktır. Yılda 267 milyar dolar ticaret fazlası veren Almanya bu konuda bize örnek teşkil edebilir. Kuşkusuz otomotiv sektörünü domine eden bir çok dünya markasının Alman menşeli olması sebebiyle bu rakam hiç de şaşırtıcı değil. Artık ekonomik kalkınmanın doğrudan devletlerle ilgili değil, o ülkedeki büyük firmalarla ilgili bir durum olduğunu biliyoruz. Devlet sadece kural koyucu ve bu kuralları adil bir şekilde uygulayıcı olarak sistemde yer alıyor. Geri kalan her şeyi Alman firmaları hallediyor.
Dolar kuru tek sorunumuz değil; asıl problemimiz ulusal paramızın diğer tüm yabancı para birimleri karşısındaki değerinin giderek azalması. Sadece Doları baz alırsak, 2000 yılında 152 dolara karşılık gelen asgari ücret, 2010 yılındaysa 389 dolara karşılık geliyordu. Asgari ücretin dolar karşılığı 2016 yılında tepe noktasına çıktı ve 1.300 lirayla 442 dolar alınabiliyordu. Ancak yaşanan ekonomik ve siyasi olaylar sebebiyle şu anda asgari ücret sadece 290 dolara karşılık geliyor. Yılbaşı itibariyle asgari ücret, kulislerde konuşulduğu gibi 2.000 TL düzeyine çekilirse mevcut kur seviyesine göre 362 dolara tekabül edecek. Elbette bu rakamlar tek başına alım gücü veya ekonomik parametreleri izah edebilecek yeterlilikte değil. Asıl mesele, çalışanın eline geçen ücretin reel olarak ne kadarlık bir alım gücüne sahip olduğu. Diğer bir deyişle, asgari ücretle geçinmeye çalışan bir kişi maaşıyla neler yapabilir? Kazandığı ücret gıda, barınma, sağlık, ulaşım ihtiyaçlarını ve kültürel faaliyetlerini temel olarak karşılayabilir mi?
Dönüp dolaşıp yine “israf ekonomisi” konusuna geliyoruz. İsraf hayatımızın her alanında karşımıza çıkabilir. Kimine göre tabakta kalan yemeklerin çöpe gitmesi israf olarak adlandırılabilir. Bazı insanlar günlük hayatımızda temizlik için kullandığımız tüketim malzemeleri (sabun, kağıt havlu, sıvı sabun vb.)üzerinden israfı ölçümleyebilir. Şirketlerde israf gereksiz kırtasiyecilik masrafları üzerinden ölçülebilir. Evimizde ise tarihi geçen gıda ürünlerinden tutun da, hala eskisi çalışıyor iken yenisi alınan elektronik eşyalar örnek olarak gösterilebilir. Kamuda ise devlet adına yapılan çeşitli harcamalar (lüks araç alımı, uygun olmayan ihaleler ile yapılan satın alımlar, lüzumsuz demirbaş alımı vb.) israf ekonomisi kapsamında değerlendirilebilir. Bir ülkenin refah içerisinde kalkınmasında bireyler arasındaki “dengeli kaynak dağılımı” en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu basit kural atlandığında oluşan dengesizlik içerisinde sürdürülebilir büyüme ve kalkınma gerçekleştirilemez.
Kısa dönemli yükseliş dönemleri beraberinde durgunluk ve çöküş dönemlerini getirebilir. İşte tüm bu tehlikeleri tecrübe eden bir ülke olarak atacağımız her adımı “doğru” bir şekilde atmalı ve şirketlerimizin adil rekabet edebileceği bir ekonomik yapının çatısı altında hareket etmeliyiz. Türkiye’nin güçlenmesi için yapılması gereken Türk firmalarının güçlendirilmesidir. Firmaların güçlenmesi için olması gereken ise nitelikli personelin yetişeceği bir eğitim sisteminin inşa edilmesidir. Tümevarım veya tümdengelim, arzu ettiğiniz gibi isimlendirebilirsiniz ancak sistem içerisindeki tüm unsurların birbirleri ile olan ilişkisini görmemiz, hatta anlamamız gerekiyor. İşimiz hiç kolay değil, ancak bundan çok daha zor zamanları atlattık. Türk Lirasının Dolar karşısında değer kazanıp güçlendiğini görmek istiyorsak, küresel rakiplerden daha üstün nitelikli mal ve hizmet üretmemiz gerekecek. İşte o zaman birileri “Türk Lirası gördüğü yer unutmaz” demeye başlayabilir…
Etiketler: Erkut AltındağİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları