Son Dakika
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Elektriğin Bugünü ve Geleceği Electricity Eurasia Fuarı’nda Ele Alınacak
Red Hat Summit Connect İstanbul’da Gerçekleşti
6. Hizmet İhracatının Şampiyonları Ödüllerini Aldı
Uzakrota Zirvesi’nde 60 İlham Verici Oturum Gerçekleşti
Sabit bir telefon hattına sahip olabilmek için en az 10 yıl beklerdik. Sarı jetonlar ile telefon kulübelerinde sıra bekleyerek telefon ederdik. Kaset doldurtmak için listeler hazırlar, Beta ve VHS video kasetlerden film seyrederdik. Commodore 64, Atari ve Amstrad CPC464 ilk tanıştığımız bilgisayarlardı. Odalarımızın duvarlarında Duran Duran, Madonna, Samantha Fox ve George Michael posterleri asılıydı. Bo Derek, Ornella Muti ve Ursula Andress’in filmleri, Adile Naşit’in masalları çok meşhurdu. Çernobil kazası sebebiyle ağız tadıyla çay içemediğimiz, telsiz kullanıcılarının “Arkadaş arıyorum, arkadaş…” diyerek yeni arkadaş edindiği, çocukların sokakta misket oynayıp topaç çevirdiği, okuldaki arkadaşlarımızın anı defterlerine hatıraların yazıldığı, çeşmeye ağzımızı dayayıp kana kana su içtiğimiz, belediye otobüslerinde aylık mavi kart ile limitsiz seyahat edilebildiği, Cenk Koray’ın esprileriyle buz kestiğimiz, okula servisle değil yürüyerek gidildiği, televizyonların uzaktan kumandasının bulunmadığı ve siyah-beyaz olduğu bir dönemi yaşadık.
O eski yıllarda uzun eşek en sevdiğimiz oyundu. Oyunda yastık olmak büyük ayrıcalıktı. O zamanlar şimdiki gibi iPad, iPod, mp3 çalar, XBOX, PS2 gibi cihazların hiçbiri yoktu. Sadece walkman icat edilmişti. İki tekerlekli bisiklete bile sahip olmak hem lüks hem ayrıcalıktı. Bisikletiniz varsa arkadaşlarınızın “bir tur versene” istekleri hiç bitmezdi.
Dönemin TV programları arasında Dallas, Aşk Gemisi, Aşağıdakiler-Yukarıdakiler, Flamingo Yolu, Bizimkiler, Zengin ve Yoksul, Şahin Tepesi, Kaynanalar, Perihan Abla ve Kara Şimşek vardı. Tontonlar, Bay Meraklı, Heidi, Red Kit ve Vikingler gibi çizgi filmler seyredilirdi. Barış Manço’nun 7’den 77’ye programı Pazar günleri asla kaçırılmazdı. Lig maçlarını öyle her hafta istediğimiz gibi seyredemezdik. Maçlar genelde radyodan dinlenirdi. Üç büyüklerin maçlarının decodersiz ve siyah-beyaz seyredilebildiği güzel günlerdi.
Turşucu ve macuncu gezerdi sokaklarda. Sinemada Alaska Frigo yenilirdi. Maçlarda plastik tadında su içtiğimiz poşet içinde su satılırdı. Cam şişelerin depozitosu vardı. Boş şişe bakkala götürülür ve dolusu alınırdı. En büyük hobimiz Tommiks, Teksas, Zagor, Mister No, Kızılmaske, Mandrake ve Yüzbaşı Volkan okumaktı. Sakız çiğner, leblebi tozu ile ağzımızı tatlandırır, gazoz kapaklarını biriktirip misket gibi oynardık.
Şimdi bu anlattıklarımın üzerinden çok zaman geçti. Bu geçen zaman aralığında da çok hızlı gelişen teknolojiye şahit olduk. Artık evinde bilgisayarı, tableti, interneti, büyük boy akıllı TV’si, uydu alıcısı, sabit telefonu, cep telefonu ve dijital fotoğraf makinesi olmayan kimse neredeyse yok. Çocuklar sokakta drone uçuruyor, bilgisayar başında e-spor turnuvalarına katılıyor veya görüntülü video konferans yapıyorlar. Artık bankaya gitmiyor alışverişi online olarak yapıyoruz. Sinemaya gitmek yerine internetten film veya dizi seyretmek daha cazip hale geldi.
Şu anda sahip olduğumuz birçok şeyin eski yıllarda hayalini bile kuramazdık. Şimdi ise etrafımız teknoloji ile kuşatılmış durumda. Kameralarla her anımız izleniyor. Apartmanda evimize girerken bile kayıt altındayız. Artık çocuklar sokakta oynamıyorlar. Sokaklarda oynayan çocuk görmek neredeyse imkansız. Onlar odalarına çekilmiş sosyal ağlarda, oyun sitelerinde ve bilgisayar başında yaşamayı tercih ediyorlar. Hayatı çok hızlı yaşayan, teknolojiyi sonuna kadar kullanan, hızla tüketen ama bir o kadar da yorgun ve mutsuz insanlar olduk. Cep telefonumuzun şarjı bittiği anda biz de bitiyoruz. En büyük korkumuz internet bağlantımızın kesilmesi.
Selfie çekip paylaşmadığımız gün neredeyse yok. Takipçi sayın kadar değerli olduğun, kanalının abonesi çoksa liyakata bile önem verilmeyen niteliğin yerini niceliğin aldığı aslında tam da gerçek olmayan sanal bir dönemdeyiz. Şimdilerde Metaverse’de biz susuyoruz avatarlarımız konuşuyor. Evin ve arsanın sanalını almaya başladık. Sanal gerçeklik gözlüğünü takarak tatile çıkıyor veya oyun dünyasına bodoslama dalıyoruz. Bayram harçlıkları artık EFT yapılarak veriliyor. Yatırımlarımızı kripto para ile yapar olduk. Akıllı şehir kartlarımız yanımızda değilse mesela İstanbul’da bırakın toplu taşımayı kullanmayı tuvalete bile gidemiyoruz. Her hareketimiz kayıt altına alınıyor. Kaç defa hangi otobüse veya metroya bindiğimiz, kaç kere tuvalete gittiğimiz kayıtlı. Kredi kartımızla nereden ne aldığımız kayıt edildiği gibi telefonumuz yoluyla da neresi olduğumuzu bir metreye kadar biliyorlar.
Gelelim yazının başlığının neden kokoreç olduğuna. Yazımı hazırlarken bol baharatlı ve acılı kokoreç yiyordum. Siz sever misiniz bilmem ama ben bayılırım. Son 50 yılda teknoloji hayatımızda çok şeyi değiştirdi. Fakat kokoreçin tadı hiç değişmedi. Keşke hayattan alabildiğimiz tat da aynı kokoreçte olduğu gibi hiç değişmeseydi…
Etiketler: Aykut AltındağİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları