Son Dakika
Ülkemizin stratejik olarak ne kadar önemli bir konumda olduğunu ve değerini anlayabilmemiz için bazı olayları çok iyi analiz etmemiz gerekiyor. Gerçekleri görmek aslında çok basit, sadece gerçekle aramızdaki bazı engelleri kaldırmamız yeterli. Berrak bir görüntü ile saf gerçekleri izlemek için her zamanki alışkanlıklarımızı bir kenara bırakmamız gerekecek, buna hazır iseniz cümleleri takip etmeye devam edin.
Avrupa’da çağdaş ve modern olarak tanınan devletlerin tamamı bir asır önce bu ülkenin topraklarını işgale gelmiş, başarılı olamayacaklarını anladıklarında taktik değiştirip farklı yöntemler kullanmaya başlamışlar. İçten bölmek, farklılıkların üzerine gidip bölücülük yapmak, suni örgütler oluşturmak ve belki de en acı olanı ülkenin önde gelen düşünürlerini kiralamak! Bir ülkeyi sadece sıcak savaşla değil, sosyo-politik stratejiler de kullanarak bölmek için çaba gösterildiğinin kanıtlarıyla karşı karşıyayız. Ama öyle bir ülke ki tüm bu uğraşlara karşı hala dimdik ayakta. Her ne kadar yaralansa da, yorulsa da hala ayakta. İşte biz böyle masalsı özelliklere ve eşsiz bir tarihe sahip bir ülkenin evlatlarıyız. Atalarımızın yüzlerce yıl süren bağımsızlık savaşlarındaki destanları Çanakkale Savaşları ile doruk noktasına ulaştı. Öyle bir savaş ki galibiyetin mümkün olmadığı bir imkansızlıklar okyanusunda tarihin akışı değiştirildi. Bir fenomen olarak adlandırmak daha doğru olabilir, çünkü o savaşlarda yaşananları kimse açıklayamıyor. Bir avuç askerin hayatları pahasına vatanı, bayrağı ve dini koruma aşklarının kalabalık düşman çıkartmasına nasıl yanıt verdiğini, top mermilerimizin bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar az olduğu bir zamanda dünyanın en güçlü ve yenilmez armadasının boğazın soğuk sularına nasıl gömüldüğünü, 57. Alayın kahramanlık destanını nasıl yazdığını, Ezineli Yahya Çavuş ve 66 silah arkadaşının altı bin kişilik bir düşman grubunu nasıl geriye püskürttüğünü bize tarih kitapları açıklayamaz. Çünkü tarih kitaplarında anlatılanlar somut gerçekler üzerine yazılmaya çalışılır. Çanakkale’de yaşananları böyle bir kalıba sığdırmak, sıradan bir savaş izlenimi vermek doğru mudur?
Hiç Çanakkale’ye, Şehitliğe gittiniz mi? Gittiğinizde hissedecekleriniz hakkında biraz ön bilgi verelim. Öncelikle o toprakların üzerinde esen sert rüzgar sizi karşılayacak. Aynı rüzgar savaşın en yoğun anlarında bile şiddetini hiç kesmedi, sizi de aynı asiliği ile karşılayacaktır. Geceleri rüzgarın getirdiği tekbir seslerinin savaş alanında hala yankılandığı anlatılıyor, sadece bu yüzden geceleri orada kamp kuran insanlar var. Biraz yol aldığınızda şehit mezarlarını göreceksiniz. Bu mezarlar aslında sembolik, çünkü kayıplarımızın tamamı için bir mezarlık oluşturmak mümkün değil. Bir çoğu savaş alanında kalmış, rüzgarın da yardımıyla toprağın doğal olarak üstlerini örtmesi sayesinde toprağa karışmışlar. Kanayan yaraları sebebiyle üniformaları renk değiştirmiş askerlerin toprağa uzanmaları, dinlenmelerinden başka bir şey değil aslında bu. Tatlı uykularının biteceği, uyanacakları günü bekliyorlar. Savaşın yaşandığı cephelere gidin, müzeyi de mutlaka ziyaret edin. O dönemin havasını soluyacağınız, size nelerin yaşandığını hissettirecek her yere ayak basın. Aslında Gelibolu yarımadasının tamamı bir açık hava müzesi gibi, savaşın cereyan etmediği bir karış alan yok. O kadar kalabalık ve melez bir düşman ordusu gelmiş ki, tarihte benzer bir savaşın var olmadığı derecede bir kavga dövüş gerçekleşmiş. Nasıl bir öfkeyle bizi yok etmeye geldiler, bize neler yapacaklardı? İçlerindeki bu öfke artık durulmuş olabilir mi? Avrupa Birliği’nin bir parçası olmak için bu kadar uğraşıyoruz, acaba doğru mu yapıyoruz?
Savaşlar geride kaldı gibi gözükse de asıl şimdi yaşanan saldırılar daha tehlikeli, daha ölümcül. Silahların, bombaların yapamadığını kalemler ve kitaplar ile yapmaya başladılar. Bir ülkeyi kötülemek, aleyhinde yazılar yazmak ve kitaplar basmak, Avrupa’dan ödül almak için yeterli bir hareket. Özellikle de bu ülke Türkiye ise verilen prim katlanarak artıyor. Nedense bu ülkenin yurt dışında başarılar kazanmış düşünürlerinin çoğu ülke sevgisi ve bayrak aşkı ile değil, ülkelerine karşı kustukları kin ve nefretle ön plana çıkıyor. Ödül mü almak istiyorsunuz? Vatanı kötüleyin, insanları hakkında kötü dedikodular yapın yeter. Sizi uzak ülkelerden çağırıp ödül, para ve şöhrete boğacaklardır. Denemeye var mısınız? Bu ülke sözde soykırım iddialarının Fransız meclisinde yasalaştığı gün aldığı Nobel Ödülü’nü hiç unutmadı, unutmayacak. Rastlantı mı? Evet, saf insanlar için öyle! Farkında olanlar için ise bize gönderilen bir mesaj: “Sizi yok edeceğiz!”
Bizimle bu kadar uğraşıyorlar, demek ki bu topraklarda özel bir şey var. Bizim insanımızda, hayatımızda farklı bir şeyler var. Bundan dolayı değil midir bu toprakları işgal edip sıradanlaştırmak isteyenlerin varlığı? Onlardan bir farkımız kalmayana kadar devam edecekler. Onlara tepki gösteremeyeceğimiz zaman gelene kadar çaba sarf edecekler. Bizi kardeşçe yaşadığımız insanlara karşı düşman edene kadar ellerinden geleni yapacaklar.
Ama unuttukları bir şey var. Bu vatan gerektiğinde tek bir beden, tek bir ruh gibi hareket eder. İstiklalinin üzerine düşecek her türlü gölgeyi bertaraf etmek için tüm gücünü kullanır. Ülkemizle uğraştıklarının onda biri kadar herhangi bir Avrupa ülkesi ile uğraşsalar idi o ülke birkaç yılda paramparça olmuştu. Bizi bir arada tutan, ayırmayan özel bir güç var. Zaman zaman unuttuğumuz, farkında varamadığımız özel bir güç. Ama gerektiğinde kullanmayı biliyoruz, kanımızda bu yetenekler kodlanmış. Zor günler için hazır bekliyor.
Ülkemizin her geçen gün daha karmaşık hale gelen bu coğrafyada bir bütün olarak var olmasını istiyorsak, hepimize bazı sorumluluklar düşüyor. İş sahibi olmak, aile kurmak, iyi bir insan olmanın ötesinde olan bazı sorumluluklar. Öncelikle bu ülkenin kalkınmasını sağlayacak her türlü adımı atmak, bizi engellemeye çalışanlara ve çeşitli zorluklara göğüs germek mecburiyetindeyiz. Bir devlette her zaman yolsuzluk yapıldığı iddia edilir. Doğru ya da değil asıl mesele kendimizi kişisel bir sorgulamaya çektiğimizde ne gördüğümüzdür? Başkasını rahatça eleştiriyor, kınıyoruz. Peki ya kendimiz her türlü yalan ve dolandan uzak yaşayabiliyor muyuz? Sattığımız bir ürünü fahiş fiyata mı satıyoruz? Olmayan özelliklerini var diye söyleyip müşterileri mi kandırıyoruz? Belki de kendimizi? Bunlardan daha da önemlisi işimizi iyi yapıyor muyuz? İşte Batı medeniyetinin bizden ileride olabileceği tek konu bu olabilir. Bu adamlar işlerini iyi yapıyorlar. Bu nedenle teknik konularda bizden daha ileri düzeydeler. Keşke biz de onlar gibi olabilsek, ama sadece bu alanda. Diğer geri kalan tüm teferruatlarda biz onlara ders verebiliriz. Bize verilen her işi, üzerimize düşen her görevi eksiksiz yerine getirmeliyiz. Eğer işyerinde boş kaldığınızda zamanın geçmesini beklemek yerine yarının işlerini yapmaya başlarsanız doğru yoldasınız demektir. Vatan için yapılabilecek en müsait iş budur; işinizi iyi yapmak! İşte aslında anahtar da buradadır. Ahlaklı, güzel ve doğru işler yaptığımız müddetçe bağlarımız daha sıkı hale gelir, güçlenir ve kafamızı eğmek zorunda kalmayız.
Dış düşmanların muvaffak olamadığı bir dönem geride kaldı. Artık bizim meselemiz içerideki düşmanlar. Eğer korku ve öfkeyi bir grubun içinde yaymaya başlarsanız grup dağılmaya başlar. Önce fikir ayrılıkları ortaya çıkar, sonra da grup kendi içerisinde daha küçük gruplara bölünür. Ülkemiz üzerine yazılan senaryoların başında da bu geliyor. İçten fethet! Peki, biz içerideki bu düşmanları nasıl fark edeceğiz? Günde 12 saat televizyon izleyen, kitap okumayan, dünyadaki son gelişmeleri takip etmeyen bir toplum olmaya başlıyoruz. Bu da planın bir parçası. Ne kadar güzel hazırlanmış bir plan değil mi? Sinsice ve alçakça! Eğer düşmanı görsek, bilsek savaşacağız ve yok edeceğiz. Ama bunu bildikleri için gizli düşmanlar ve vasıtalar ile bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Kusursuz bir plan!
Hala umutluyuz, hala geleceği düşünerek hayaller kuruyoruz. Nasıl bir işimiz olacağını, kiminle evleneceğimizi, kaç çocuk istediğimizi, emekli olduğumuzda nerede yaşayacağımızı düşünüp duruyoruz. Biz bunları düşünürken düşmanlarımız bu hayallerimizi nasıl yok edeceklerini tartışıyor. Hatta bunlar için kurulmuş özel düşünce enstitüleri (think-tank) bile var. Bizi nasıl böleceklerini keşfetmek için yetişmiş beyinleri kullanıyor, onlara binlerce dolar maaş ödüyorlar. Nasıl mükemmel bir sistem ama?
Biz yolumuza devam edeceğiz, hayallerimizi gerçekleştirmek için çabalayacağız. Neler yaşayacağız, neler olacak bunu hep birlikte göreceğiz. Belki bizimle uğraşmaktan vazgeçerler? Belki de barış içinde bir dünyada mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamaya başlayacağız. Belki? Belki de yeni bir kurtuluş savaşı bizi bekliyor. Doğru ya, tam bir asır geçmek üzere. Sanırım bu sürenin dolmasını bekliyorlardı.
Evet, bir ışık var; ama geride mi kaldı, ileride mi duruyor onu zaman gösterecek…
Etiketler: Erkut AltındağİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları