Son Dakika
Selen Erdurak, Karel Kurumsal İletişim Direktörü Oldu
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Elektriğin Bugünü ve Geleceği Electricity Eurasia Fuarı’nda Ele Alınacak
Red Hat Summit Connect İstanbul’da Gerçekleşti
6. Hizmet İhracatının Şampiyonları Ödüllerini Aldı
İstanbul’da son iki yılda kayıtlara geçen üç önemli ani hava değişimi ve fırtına kayıt edildi. Her üçünde de ortak özellik olarak kuvvetli rüzgar ve yağış, yoğun şimşekler, kısa süreli dolu yağışı, gökyüzünün aniden kararması ve oluşan korkutucu atmosfer olarak karşımıza çıktı. Eğer dışarıda iseniz ve bu dehşet doğa olayının tam içerisinde kalmışsanız en iyi şekilde korunmak zorundasınız. Rüzgarın kuvvetinden dolayı havada uçuşan nesneler nedeniyle yara alabileceğiniz gibi, kuvvetli bir şekilde yere düşen dolu taneleri de vücudunuza ciddi zarar verebilir. Güncel olarak tartışılan konuların başında bu doğa olaylarının ne kadar “doğal” olduğu ile ilgili bilimsel makaleler dikkat çekiyor. Özellikle yoğun şehirleşme ve sanayileşme olan yerlerde, insanoğlunun inşa ettiği her devasa bina veya aygıt, iklimi doğrudan etkileyebiliyor. Her bir yapının iklim üzerindeki etkisi sembolik olsa da kümülatif olarak bakıldığında tahminlerimizin çok ötesinde bir etkileşim söz konusu. Dikey yapılaşma rüzgar alanlarını, yağış yönünü ve toprağın cinsini etkiliyor. Hatta gökdelenler için konuştuğumuzda alt tarafta daha büyük bir tahribat söz konusu. Bildiğiniz üzere artık binalar sadece yukarı doğru değil, aşağıya doğru yani yerin altına doğru da uzuyor. Toprak yapısının değişmesi, bazı su kaynaklarının inşaatlar nedeniyle engellenmesi ve kurutulması, bölgede kesilen ağaçlar ve benzer unsurlar şehirleşmenin doğaya verdiği zararları özetliyor.
Hiç bir önlem alınmazsa, mevcut koşullarda dünyamız içinde bulunduğumuz yüzyılın sonunda ortalama iki derece ısınacak. İlk başta aklımıza iki derecenin çok ciddi bir etki bırakmayacağı gelebilir. Ancak iki derece demek, İstanbul’un yıl içerisinde ortalama sıcaklığının %10’una tekabül ediyor. Düşünsenize, insanların vücut sıcakları %10 artsaydı, bünyeleri üzerinde nasıl bir etki bırakırdı? Rakam olarak yüksek gözükmeyen bir değer, oransal olarak dünya üzerinde ciddi yıkımlara ve dengesizliklere yol açabilir. Böyle bir felaketin durdurulabilmesi için bazı önlemlerin alınması gerekiyor. Kyoto Protokolü etkili bir yöntem maalesef değil, birçok ülke için “kağıt” üzerinde kalan ve asla uygulanamayan bir anlaşma olmaktan öteye gidemedi. ABD hala bu konuda rest çekiyor ve anlaşmaya karşı çıkıyor. Sanayileşmenin dengesiz bir şekilde artış gösterdiği şehirlerin tamamında yeryüzüne geri döndürülemeyecek hasarlar veriliyor. Kazanç odaklı kapital sistem tüm tabiatı “harcanabilir” bir üretim faktörü olarak değerlendiriyor.
En başarılı akıllı şehirler, yeşil rengin hakim olacağı ve doğanın yıpratılmadığı yerler olacak. Temiz ve yenilenebilir enerji, elektrikli araçlar, yeşil ve akıllı binalar gibi ufak detaylar da elbette önem kazanıyor ancak tabiata karşı alınacak tavır en önemlisi. Doğal kaynakları sömürüyoruz, ağaçları kesip ormanları yok ediyoruz, endüstriyel atıklarımızı deniz döküyoruz, metalik ve gri renkte binalar inşaa ediyoruz, atmosferi çeşitli gazlar ile zehirliyoruz… İçinde yaşadığımız mucizevi yuvayı yok etmek çok büyük bir güç ve emek gerektiriyor. Ne yazık ki, bu konuda oldukça iyiyiz. Yine de dünyanın bir gün kendisini yok etmeye çalışanlardan intikam alacağını unutmamak gerekiyor. Lisede münazara derslerinde her zaman “doğa mı üstün, yoksa insan mı?” konusu açılırdı. İnsanın artık daha üstün olduğunu, teknolojiye hakim olduğunu ve dünyayı şekillendirdiğini iddia eden gruplarda hiç bir zaman yer almadım, almak da istemedim. Çünkü sahip olduğum fikir başta kendim olmak üzere, birçok kişi için oldukça korkutucu idi; bu nedenle paylaşmaya çekiniyordum: “Dünyaya, diğer bir deyişle kendi yuvasına bu kadar acımasız davranan bir canlı türünün hayatta kalmaya ve mutlu olmaya hakkı var mıdır?” Aslında korkutucu olan sanırım bu soru değildi, bu sorunun doğru cevabıydı…
Etiketler: akıllı şehirler » Erkut Altındağ“İklim Değişikliği, Gökdelenler ve Akıllı Şehirler” için 1 yorum
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları
Değerli Hocam,
Yazınızı okurken bir yandan da kahvemi içiyordum. Okumaya devam ederken aklıma “kahve nasıl yetişir?” sorusu geldi ve araştırdığımda cevaben; Kahve, kökboyasıgiller ailesine mensup bir bitkidir. Ağacı coffea cinsinde bulunan bir ağaçtır.” Yanıtını aldım. Yani toprakta yetişen bir içecekti…Sonrasında yazınıza döndüm ve “Toprak yapısının değişmesi, bazı su kaynaklarının inşaatlar nedeniyle engellenmesi ve kurutulması, bölgede kesilen ağaçlar ve benzer unsurlar şehirleşmenin doğaya verdiği zararları özetliyor.” Cümlenizle bir çok şeyi görmediğim ve düşünmediğim bakış açısıyla sorgulamama neden oldu. Bir daha bu kahveyi eski tadıyla içemeyebilirim mesela! Korkutucu!
Bir diğer düşünmeme ve ürkmeme sebep olan vücut sıcaklığımızın %10 artması, felaket olur!..
Yazılarınızı severek okuyorum, aslında ben okumuyorum yazı kendini okutuyor, akıcı bir diliniz var ve olaylara sadece sorunu söyleyerek bakmamanız sorunu çözümüyle söylemeniz gerçekten ders alınası. Eğer sizi tanımayıp yazınızı okuyor olsaydım kesin sizinle tanışmak isterdim. Bana bu şansı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle.