Son Dakika
Hayatımızda o kadar çok şey değişti ki, çocukluğumuzun, delikanlılık yıllarımızın geçtiği zamanları artık neredeyse masal niyetine anlatıyoruz. 80’li yıllarda hayatının ilk tecrübelerini yaşamış, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi okumuş, 12 Eylül darbesine şahitlik etmiş, Kenan Evren´i ve Turgut Özal’ı tanımış biri olarak o dönemlerde büyük sıkıntılar ve yokluklar yaşadık. Bir paket margarin, bir kilo et alabilmek için günlerce kuyruk beklediğimiz oldu. O zaman bizlerin ne bilgisayarı, ne interneti, ne cep telefonu, ne de uydu bağlantılı navigasyon cihazı vardı. Bilgisayarımız olmadığı halde işlerimiz aksamadığı gibi, cep telefonumuz olmadığı için de verdiğimiz hiçbir randevuya geç kalmadık. Navigasyon cihazımız da yoktu ama hep yolumuzu bulur, gideceğimiz yere sora sora da olsa kaybolmadan varırdık.
Size, İstanbul’un telefon kodunun 1 olduğu ve diğer yakayı ararken kod çevirme zorunluluğunun olmadığı, sabit telefon hattına sahip olabilmek için en az 10 yıl beklendiği, kaset doldurtmak için para verildiği, Beta ve VHS video kasetlerden film seyredildiği, spor ayakkabı olarak Mekap veya Esem Sport’un giyildiği, Galleria’nın İstanbul’daki tek Alışveriş Merkezi olduğu, Commodore 64, Atari ve Amstrad’ın çocukların hayalini süslediği, oda duvarlarında Duran Duran ve George Michael posterlerinin asılı bulunduğu, dans denince ilk akla gelenin Break Dance olduğu, güzel kadın dendiğinde sadece Bo Derek, Ornella Muti ve Ursula Andress’in düşünüldüğü, ilk bilinen fast food restoranının Kristal Büfe olduğu, bir dönemi anlatmak istiyorum.
80’li yıllarda çocuklar sokakta misket oynar, topaç çevirir, gazoz kapağı ile asfalta çizilen “yılan” oynardı. Uzun eşek en sevdiğimiz oyundu. Oyunda yastık olmak büyük ayrıcalıktı. O zamanlar şimdiki gibi iPad, iPod, mp3 çalar gibi cihazların hiçbiri yoktu. Sadece walkman icat edilmişti ve walkman’in varsa o mahallede senden kralı olmazdı.
O dönemin çocukları büyüyünce anarşist olmasınlar diye otoritenin icat ettiği “Doğru Ahmet ve Bay Yanlış” isimli eğitici bir program vardı. İnsanları otoriteye itaatkar robotlar haline getirmeye çalışan sevimsiz bir programdı. Çocuk aklımla bile çok gıcık olurdum bu programa.
Dönemin TV programları arasında Dallas, Aşk Gemisi, Aşağıdakiler-Yukarıdakiler, Flamingo Yolu, Zengin ve Yoksul, Şahin Tepesi, Kantar Ailesi, Perihan Abla ve Kara Şimşek vardı. Rahmetli Cenk Koray kutu açmaca programı yapar, soğuk esprileriyle aklımızı alırdı. Tontonlar, Bay Meraklı, Heidi, Red Kit ve Vikingler gibi çizgi filmler vardı. Akşamları uyku öncesi “değiş tonton” seyredilir, rahmetli Adile Naşit’in “iyi uykular kuzularım” sözlerini duymadan çocuklar uyumazdı. Cumartesi akşamları TRT’de ki Türk filmi ve Salı gecesi yabancı film büyük bir hevesle beklenirdi. Barış Manço’nun 7’den 77’ye programı Pazar günleri asla kaçırılmazdı. Lig maçlarını öyle her hafta istediğimiz gibi seyredemezdik. Maçlar genelde radyodan dinlenirdi. Üç büyüklerin maçlarının decodersiz ve siyah-beyaz seyredilebildiği ne güzel günlerdi onlar…
Turşucu ve macuncu gezerdi sokaklarda. İçinden küçük plastik oyuncaklar çıkan leblebi tozu vardı. Sinemada Alaska Frigo yenirdi. Maçlarda poşet içinde su satılırdı. Plastiğin tadının olduğu gibi içine geçtiği sular içerdik maçlarda. Mesela 2.5 litrelik cola yoktu, 1 litrelik cola cam şişede, metal kapaklı olarak satılırdı. Depozitosu vardı. Boş şişe bakkala götürülür ve dolusu alınırdı.
Erkekçe ve Kadınca Dergileri vardı. Hıncal Uluç Erkekçe’de yazar, Kadınca Dergisi’nde yazan rahmetli Duygu Asena ile atışırlardı. Çarşaf, Gırgır ve Fırt mizah dergileri fenomendi. Hele Fırt’ın meşhur “Yavrunuzun Sayfası” ile büyüdü bir nesil. Bir de TV’de “6 Milyon Dolarlık Adam” vardı. 6 Milyon Doalar o zaman herkes için çok büyük paraydı.
Boş zamanlarımızda Zagor, Mister No, Kızılmaske, Mandrake, Yüzbaşı Volkan, Tommiks ve Teksas okurduk. Kibritlerin boş kapakları biriktirilip iskambil oynar gibi oynanırdı. Sakızlardan dünya kupasının yıldızlarının küçük kartlara basılmış posterleri çıkardı. Tipitip çiğner, gazoz kapaklarını biriktirip misket gibi oynardık. Yakartop, 9 taş, Japon kale maç, misket ve çakıyı çamura saplayarak oynadığımız “çivi” en sevdiğimiz oyunlardı. Yaz günlerimiz sabahtan akşama kadar sokakta geçerdi. Hatta o zamanlar “Sokağa Çıkmak” diye bir deyim vardı.
Şimdi ise biz büyüdük. Kocaman adamlar ve kadınlar olduk. Teknoloji gelişti. Artık evinde bilgisayarı, notebook’u, interneti, büyük boy TV’si, dekoderi, sabit telefonu, cep telefonu olmayan kimse neredeyse yok. Artık hayatımızda o günlerde olmayan birçok yeni marka ve ürün var. Hepsi evimizin ve işyerimizin içine kadar girdi. Google, Facebook, Twitter, Turkcell, Vodafone, Avea, TTNET, Türk Telekom, Samsung, Sony-Ericsson, IBM, Lenovo, Fujitsu, Dell, HP, Toshiba, Apple, Acer, Xerox, Intel, AMD, Nokia, Sony, HTC vs. Listeyi uzatmak mümkün. Markaların bir bölümü 80’li yıllardan çok daha önce de var olabilir fakat hayatımızdaki önemleri son yıllarda çok daha fazla arttı. Belki bundan 20-30 yıl sonra birileri de 2010’lu yılları anlatan bir yazı hazırlarken yukarıdaki markaları ve sundukları değerleri okuyuculara anlatacaklar.
Lafı çok fazla uzatmaya gerek yok. Yaşanan zaman dilimi ve sahip olunan teknoloji ne olursa olsun esas olan değer insana gösterilen sevgi ve saygıdır. Gerisi ancak teferruat olarak kalır.
Yazımı anonim bir deyiş ile noktalıyorum.
“Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır…”
Etiketler: Aykut Altındağ » Commodore 64 » Navigasyon cihazıİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları