Son Dakika
OPPO, Find X8 ve Find X8 Pro’yu Tanıttı
Mercedes-Benz Güvenlik Sistemleri Geleceğin Güvenliğini Bugünden Sunuyor
Make-A-Wish Türkiye, 25 Yaşında
Selen Erdurak, Karel Kurumsal İletişim Direktörü Oldu
UPTION, MoneyGram’ın Türkiye’deki İlk Mobil Cüzdan İş Ortağı Oldu
KAGİDER, FEM Sertifikalı Kurumlar İle Kurumsal Üyelerini Bir Araya Getirdi
Her ay bu köşede sizlerle teknolojiyi ve beraberinde getirdiği birçok yeni alışkanlığı paylaşıyoruz. Teknoloji başlı başına bir hayat biçimi veya bir kurtarıcı değil, ancak insan öğesi ile uyum sağlayarak ve ona hizmet ederek önemli hale gelebilecek bir kavram. Hayatımızın tüm aşamalarına dâhil olduğu için onsuz bir yaşam düşünmek giderek zorlaşıyor. Bilgisayarların olmadığı, cep telefonlarının üretilmediği ve televizyonların evlerde olmadığı bir dünyayı düşlemek çoğumuz için kâbusa eşdeğer olabilir. Ancak bu ay teknolojiden biraz daha uzaklaşıp unutmaya yüz tutulan birçok ahlaki değerimizi gözden geçirmek için doğru bir zaman olabilir. Bizi biz yapan insani değerler yeni yaşam biçimleri nedeniyle artık önemsiz hale gelmeye başladı. Yakın zamana kadar taşıdığımız hassasiyetler şu anda günlük koşturmaca içerisinde “gereksiz” gelenekler olarak algılanıyor. 80’li yılların başında yeni cihazların kullanılmaya başlaması ile teknoloji yayılıyor, insanlık tam kalbinden yara alıyor.
İlk olarak sosyal iletişimden bahsedelim; hepimiz yeni akımlara çok çabuk uyum sağladık. Facebook, Twitter, kişisel bloglar ve diğer tüm elektronik ortamdaki paylaşım siteleri şu anda sağlıklı bir birey olmamızın önündeki en büyük engellerden bir tanesi. Hepimizin konuşmaya, dertleşmeye, sevdiklerimizi görmeye ihtiyacımız var. Ancak bayramlarda bile Facebook üzerinden gönderilen bir mail bayram kutlaması için yeterli görülebiliyor. Bu tip araçlar insan iletişimini hızlandırmak için tasarlanmış olabilir; kullanım amacını aştığı gerçeğini de artık görmemiz gerekiyor. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden yeni arkadaşlar edinmek çok hoş gibi duruyor olabilir. Bu siteler tanımadığımız insanları hayatımıza daha fazla dahil etmek gibi bir işlevi farklı bir şekilde gerçekleştirirken, en yakınımızdaki sevdiğimiz insanlardan daha fazla uzaklaştırmak gibi aşırı tehlikeli bir misyona da sahip. Biz odamızda insanlara e-mail veya sanal mesaj atarken içeride salonda oturan ailemizi unutuyoruz. Onlarla sohbet etmiyor, birlikte bir bardak çay içmiyoruz. Artık aile bireyleri farklı odalarda farklı meşgaleler ile uğraşıyor, ailenin temel bütünlüğü zedeleniyor. Sosyal paylaşım siteleri bize daha fazla arkadaş kazandırmıyor; en yakındaki gerçek arkadaşlarımızı bizden uzaklaştırıyor. Zaten sevdiklerimizle sürekli görüşmemiz gereken bir dünyada tüm ilişkilerimizi sanallaştırıyoruz. Bilgi kirliliğine neden olan teknoloji aile ve arkadaşlık ilişkilerini de zayıflatıyor. Burada bir parantez daha açıp şu bilgiyi de verelim: İnternet ve bu tip sosyal paylaşım siteleri üzerinden para kazanan ve geçimini sağlayan insanların olduğunu da unutmayalım. Eğer tüm bu çalışmalar aile hayatını ve sağlıklı bir sosyal ilişki düzeneğini olumsuz etkilemiyorsa sorun yok. Lakin bunu gerçekleştirmek ve sanal âlemle ilgilenirken gerçek dünyayı da ihmal etmemek oldukça zor oluyor. Hiçbir kazanç öğesi insanı sevdiklerinden uzak tutmamalı, aksine daha fazla yakınlaştırmalıdır. Bu tüm insanlar için genel bir kaide, bir yaşam felsefesi olduğunda ve teknoloji sadece insanlığa hizmet için kullanıldığında çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olacağız.
Bir başka önemli konu ise, aslında Türkiye’nin en önemli ve hassas konu başlıklarından bir tanesi; maalesef empati yapmadan ve günlük düşünerek yaşadığımız için bazı durumların farkına geç varıyoruz. Türkiye’de toplam nüfus içerisinde yaklaşık %13’lük kısım, yani 8.5 milyon vatandaşımız engelli olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bunların bir kısmı doğuştan çeşitli fiziksel ve zihinsel sorunlara sahipler; diğer bir kısım ise farklı nedenlerden (iş kazaları, hastalık, trafik kazaları vb…) dolayı çeşitli fiziksel ve zihinsel problemler yaşıyorlar. Bu oran ve toplam rakam aslında hiç de azımsanmayacak bir düzeyde bulunuyor. Türkiye’de halen yaşam olanakları engelli vatandaşlarımız için yeterli durumda değil. Bazı büyük alışveriş mağazaları, çeşitli semtler ve özel mekânlar dışında engelli vatandaşlarımızın güvenliğini sağlayacak bir sistemi ülkemizde henüz kuramadık. Kaldırımlar, tabelalar, yollar, yaya geçitleri, dükkânlar genel yapı itibariyle engelli vatandaşlarımıza uyumlu hale getirilmemiş. Bu nedenle refakatçisi olmadan engelli vatandaşlarımızın dışarıda dolaşmaları çok zor gerçekleşiyor. Çağdaş bir toplum olmak ve yüksek medeniyet seviyesine ulaşmak için her zaman teknoloji ve eğitim bir kriter değil. Toplumdaki her vatandaşın kendi koşulları çerçevesinde eşit haklara sahip olması, eşit şekilde ve aynı kalitede yaşaması da devletin en önemli görevidir. Bu konuda devlete olduğu kadar vatandaşlarımıza da çeşitli sorumluluklar düşüyor. Örneğin bir dükkân açarken bile engelli vatandaşlarımız için ufak değişiklikler yapmak, bize düşen sorumluluğun bir parçasıdır. Çünkü bu öyle bir durum ki, birçok sebepten dolayı her insan çeşitli fiziksel ve zihinsel sorunlar yaşayabilir; bunu da düşünerek bilinçli davranmak ve tüm engelli vatandaşlarımızın üzerindeki yükü hafifletmek hepimizin insanlık kapsamındaki en önemli ahlaki görevlerindendir. Gerektiğinde, kısa bir süreliğine de olsa, geçici olarak da olsa göremeyen bir insanın gözü olmak, yürüyemeyen bir insana destek çıkmak, onlara hiçbir eksiklik duygusu yaşatmadan yaptıkları işleri başarmalarını sağlamak belki de dünyadaki en asil ve en doğru vazifelerin başında gelmektedir. Her zaman kahraman olmayı düşleriz, hem de tam uyumadan önce. Kahraman olmak, insanları kurtarmak için illa ki çarpışmak, silahla savaşmak, dövüşmek veya fantastik işleri gerçekleştirmek gerekmiyor. Bazen bir insana yardım ettiğimizde de insanlığı, yani dünyayı kurtarmak için bir adım atmış oluyoruz. Bu adımları atmaktan çekinmeyelim, biz özel insanlarımıza zor günlerinde yardımcı olalım ki, gelecekteki yeni kahramanlar da bize kendi zor günlerimizde yardımcı olsunlar…
Kahraman olmak tam olarak ne demek? Filmlerde izlediğimiz kahramanlar genellikle özel güçlere sahiptir ve bu güçleri sayesinde kötü karakterle karşı çeşitli zaferler kazanarak dünyayı kurtarırlar. Bu kurgusal düzen, gerçek hayatta bu şekilde işlemiyor. Gerçek hayattaki kahramanların sahip olması gereken vasıflar çok farklı. Dürüstlük, merhamet ve hoşgörü gibi insani değerlere sahip olmanın yanı sıra işin bir başka boyutu da başka insanların hayatlarını değiştirmek ve onları topluma tekrar kazandırmak günümüzün kahramanlarının sahip olması gereken hasletlerin başında geliyor. Bir öğretmenin yüzlerce öğrenci yetiştirmesi, bir doktorun hastalarının hayatlarını kurtarıp onları tekrar kendi yaşamlarına geri döndürmesi ve elbette topluma kazandırması belki de en güzel kahramanlık örnekleri olarak gösterilebilir. Tüm bunları gerçekleştirebilecek bireyler yetiştirmek veya bu bireylerin ailelerimizde olması, anne, baba ve kardeşlerimizden birisi olması, sevdiklerimizin arasında yer alması tüm yaşamımız boyunca büyük bir onur kaynağıdır.
Son olarak, kendimize sormamız gereken en önemli sorulardan birisi şu: gerçek anlamda özgür olmak ne demektir? Sağlıklı bir şekilde yaşamak mı? Sevdiklerimizle birlikte olmak ve onların yanında bulunmak mı? Hayatımızı idame ettirebilecek parayı kazanmak mı? Reşit olmak ve kararlarımızı kendimizin alması mı? Kimseye bağlı kalmadan radikal kararlar alabilmek mi? Kimseye hesap vermeden istediğimiz yapmak mıdır? Belki de özgürlük tüm bunların ve hatta daha da fazlasının toplamıdır. Ancak çok önemli bir detayı gözden kaçırmamakta fayda var. Tamamen özgür olduğumuz bir dünyada bile sevdiğimiz insanlara tahmin ettiğimizden çok daha fazla ihtiyacımız var. Çünkü onlar olmadan, onların yanında kendimizi güvende hissetmeden özgürlük adı verilen duyguyu ne ölçüde yaşabiliriz? Bu hayatta her ne yaparsak yapalım, hangi teknolojiyi ne düzeyde kullanırsak kullanalım tüm çabamız sevgi ilişkilerimizi geliştirmek üzerine kurulu olmalıdır. Gerçek özgürlük işte bu olabilir: sevdiklerimize her an ulaşabilmek, onlara kendilerini ne kadar sevdiğimizi söyleyebilmek. İşte bahsettiğimiz “özgürlüğün” tam olarak tanımı bu olmalıdır; hem de kanatlanmış özgürlüğün…
Etiketler: blog » Erkut Altındağ » Facebook » TwitterİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları