Son Dakika
Huawei’nin XMAGE 2024 Mobil Fotoğrafçılık Sergisi İstanbul’da Gerçekleşti
Zyxel Networks, WiFi 7 Portföyünü Genişletiyor
Gastro Elazığ Projesi Kapsamında 76 Çeşit Saray Yemeği Tanıtıldı
Dijital Öğretmenler Ankara’da Buluştu
Bora Yücel, Odine Çözümlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Oldu
BYD HAN ve Sedan Modeli BYD SEAL Türkiye’de Satışa Çıktı
Dünya üzerinde yer alan tüm doğal kaynakların, toplam nüfusa paylaştırılması için üretim ve tüketim arasında ciddi bir denge kurmak gerekiyor. Son günlerde ticaret savaşlarının ön planda olduğu bir gündem ile karşı karşıyayız. Kırılgan ekonomimiz dış basından gelen olumsuz haberler ile zarar görebiliyor. Böyle bir durumda her gelişmeyi büyük bir fırsata dönüştürmeli ve katma değer oluşturacak her türlü yeni özel girişimi destekleyecek bir iklim oluşturmalıyız. Örneğin Volkswagen firması Türkiye’de yatırım yapma kararı alırsa, bunu önemli bir kaldıraç etkisi olarak kullanabiliriz. Bazı konulardaki dengesizlikleri artık ortadan kaldırıp, güvenilir ve piyasası işleyen bir ülke olduğumuzu tüm dünyaya hatırlatmamız gerekiyor. Kötü bir döngü içerisinde girdik ve bir süredir bu döngüyü kırıp çıkamıyoruz. Özellikle Çin ve Rusya üzerinden yeni pazarlar için girişimlerde bulunmamız ve yeni dünya düzenini baz alacak bir ekonomik planlama yapmamız şart. Farklı nitelik ve davranış kalıplarındaki liderlerin yönetmek istediği küresel ekonomi için mevcut paradigma içerisinde hareket edersek oyunu kaybederiz.
Amerika ve İngiltere’deki farklı ve diplomatik usullerin dışına çıkan uygulamalar, Çin’in büyüme planları içerisinde kendi eylem planlarını harekete geçirmesi, Kuzey Kore’nin potansiyel bir tehdit olarak varlığını devam ettirme çabaları gibi sebepler sonucunda geçmişte kullanmaya alıştığımız eski çözümler, yeni nesil problemlerin çözümüne yardımcı olmayacaktır. Özellikle Türkiye’ye sıcak para akışının hızlanması ve bunun yatırıma dönüşmesi için gerekli tüm kanallar hazır hale getirilmeli, buna uygun bir siyasi, hukuki ve ekonomik ortam sağlanmalıdır. Daha hızlı ve güvenilir bir adalet sistemi, türbülansa girmeyen bir siyasi yapı ve yatırımcıyı vergilere boğmayan, bürokratik hantallıktan uzak tutacak bir finansal çerçeve oluşturulmalı ve sürekliliği sağlanmalıdır. Almanya bu anlamda ideal örnek olarak kıyaslama noktası olarak kullanılabilir.
Yıkıcı bir dünya savaşının ardından, inanılmaz bir yükseliş ile dünyayı domine eden güçlü bir ekonomiye dönüşmek, oldukça disiplinli ve sabırlı birçok yapısal reformun arkasında durmakla gerçekleşebilir. Almanya’nın sofistike mühendislik teknikleri konusunda ne kadar ileride olduğunu biliyoruz. Araç yapımı, elektrik endüstrisi, mühendislik ve kimya endüstrisi gibi alanlarda G7 ülkelerindeki en yüksek hacimli üretimi gerçekleştiren Almanya, küçük ve orta ölçekli işletmelerinin başarısı ile ekonomik kalkınma gerçekleştiriyor. Sadece Alman menşeli dünya markaları değil, daha küçük ölçekli şirketler açısından da örnek alabileceğimiz bir ülke. Ayrıca Münih, Hamburg ve Stuttgart gibi ticaret odaklı birçok şehri tüm bölgesel faaliyetlerine dahil etmiş durumda. Ülkemizde İstanbul ve Marmara Bölgesi odaklı büyüyen sanayi yapısı ülke geneline yayılmadığı için sosyo-ekonomik sorunları da beraberinde getiriyor. Bunların en önemlisi iç göç. Ancak yapılan yatırımlar tüm şehirlerle dengeli bir şekilde yürütülürse çok daha başarılı oluyor. Ayrıca Dünya üzerinde tam istihdama en yakın ülke Almanya olarak gösteriliyor. 2019 verilerine göre yüzde 3.1 işsizlik oranı, birçok ülke için ütopik bir rakam. Türkiye’de mevcut durumda%13.8 olan işsizlik sorununun çözümü için Almanya’nın neleri doğru yaptığına çok iyi bakmak lazım.
Ülke ekonomileri kötüye gitse de, dükkanı kapatıp gitmek gibi bir seçenek olmadığı için bir şekilde tekrar ayağa kalmak zorundalar. Bu süreç içerisinde ülkenin ve doğal olarak vatandaşlarının alım güçlerinin zayıflaması ve fakirleşmesi ise kaçınılmaz bir sonuç. Her büyük ekonomik kriz refah düzeyini aşağıya çeker. İçerisinde bulunduğumuz koşullarda krizin birçok belirtisini görmek mümkün. Bununla birlikte, içerisinde bulunduğumuz coğrafyada alınan her siyasi kararın mutlaka yansımaları olduğunu da biliyoruz. Basit bir örnekle, 3 milyonun üzerinde Suriyeli mültecinin ülkemizde yaşıyor olmasının getirdiği maliyet inkar edilemez. Ancak, tüm Avrupa ülkelerinin bakıp görmek istemedikleri bu insanlık dramında en büyük sorumluluğu Türkiye aldı. Savaştan ve ölümden kaçan insanlara sınırlarını kapayıp, görmezden geldiler. Bu durum hala değişmedi. Bu kadar yüksek sayıda mültecinin getirdiği sorunları sabaha kadar tartışabiliriz, ancak bazı zamanlarda vicdan muhasebesi de en az finansal hesaplamalar kadar önemlidir.
Avrupa’nın söz verdiği destek fonunu bile minik bloklar halinde ödemeye çalışıyor, olası yeni göç dalgaları için çok katı mülteci yasaları çıkartıyorlar. Bu anlamda ülkemizin aldığı sorumluluk Batı tarafından takdir edilmeli ve desteklenmelidir. Böyle bir şey olmadığına göre dost ve düşman kavramlarını çok iyi gözden geçirmek gerekebilir. Sonuç olarak, güçlü bir şekilde ayakta durmalıyız. Sürekli tüketime odaklı bir toplum olmak yerine, ülkemiz için çalışan ve üreten bireyleri yetiştiren bir yapıya doğru evrilmeliyiz. Eğitim, adalet ve ekonomi alanlarında gerekirse devrimsel adımlar atmak gerekecektir. Sahip olduğumuz potansiyele inanmaya başlamak için tam zamanı…
Etiketler: Erkut AltındağİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
01 Ekim 2024 Köşe Yazıları
01 Aralık 2023 Köşe Yazıları
01 Ağustos 2023 Köşe Yazıları
01 Ekim 2022 Köşe Yazıları